17 Ağustos 2010 Salı

Her Son "Kelebek"...

Er geç gelecekti beklenen
Can, kırıklarından arınırken acıtacaktı
Eski günlere dönmek gibisi olmayacaktı düşününce
Ardı sıra koşarken akrep yelkovanın, önüne geçecekti bir çırpıda
Karlar düşecekti o sıcak yazın ardından
Şimdilerde farkına varmak zamanı
İliklerine kadar donarken içinin ısınma zamanı
Tırtılın kelebek olması gibi bir ömür “yaşama” zamanı şimdi…

17.08.10
20:50

Günah Keçisi

Hata yapan ya da yapılan olmak olarak ikiye ayırabileceğimiz bi süreçtir hayat; zordur bi yaşamı hatasız atlatmak… Hak etmediğimizi düşünürüz söylenenleri, hak etmediklerini düşünürüz bizi; üzeriz, üzülürüz…

Kısır döngüdedir her zaman yaşananlar. Pazartesi sendromu gibidir terk edilmek, terk etmek ya da zorunda kalmak… Bazen de hafta sonu mutlulukları getirir bize, garip.

Birden suskunlaşır bazen insanlar, sevdikleri karşısında; diğer sevdiklerine karşı suskunlaşırlar aslında. Hak etmediğini düşünse de konuşulmasına ses çıkarmazlar. “Günah keçisi” olmaya mecburdur hakkında konuşulan her zaman…

Karşıdaki zarar görmesin, kırılmasın, beni terk etmesin diye bir sürü laf yutulur ılımlı konuşulur; bazen de inadına kırmak için konuşulur. Çünkü sustukça büyür her şey, konuşuldukça çözülür; ya da çözüleceğine inanılır…

Doğanın dengesini sağlayan bi agresiflik vardır herkesin üstünde, bazen dokunsan patlıcak bi volkan bazen de çoktan sönüp gitmiş bi şömine ateşi gibi; kimisi saçtıkça saçar alevlerini, kimisi de susar körüklendikçe; susar çünkü onun ateşi her şeyi kasıp kavurur bitmek bilmez başlarsa yanmaya, yanmakla kalmaz; yakar da…

En zoru arada kalmak böyle durumlarda. Arkadaş, sevgili, kardeş, kuzen, anne ya da baba; nolursan ol kalma arada. “Ara dayağı” gibisi yoktur çünkü; canı yananların arasında kalmışsan hele dayak yemişten beter olursun; onlar öpüşür barışır sen o acıyı hayat boyu unutamazsın…

Hatasız hayat yok işte! Saymaya geldi mi daha bir sürü çıkar mutlaka; kullanım kılavuzu bile olsa bu hataların, dozajını yaşamadan ayarlayamayız. Günde kaç kere alınması gerektiği belli bi antidepresandan bile daha zor hataları yutmak, onları sindirip uykuya dalabilmek, olanları kabul edip olacakları bekleyebilmek ve en zoru da o hatayı kabul edip “özür” dilemesini bilmek, özür dileyecek olanı dinlemeyi başarabilmek.


P.S. Uzun zamandır tamamlayabildiğim ilk yazıdaki saçmalamalar için de “özür diliyorum” :)